Alem gider Mersin’e,…

Paris’te hava İstanbul’a göre 10 derece daha soğuk. Ama yılbaşı kalabalığı caddeleri, mağazaları doldurmuş. Champs-Elysee’nin Concord’la buluşan bölümünde akşamları çok renkli pazar kuruluyor. Elektrikle aydınlanan beyaz çadırlarda kışlık giysi satanlar da var ama asıl ilgiyi Paris’e özgü iri sosisleri, patates salatasıyla birlikte “ekmek içi” sunanlar görüyor. Bir de hediyelik incik-boncuk satıcıları. 

Bir ucu Louvre’a varan, diğer ucu ise Etuale’de biten ünlü caddenin iki yanındaki ağaçlar yılbaşı için ışıklandırılmış. Ama öylesine… Ucundan… Öyle Almanya’daki büyük şenlik havası yok Paris’te.

Cadde üzerindeki otelimizin önünden bindiğimiz teknevari bir Fransız otomobili, 60 km uzaktaki teknoloji merkezinin herkese açılmayan kapılarına doğru yol almaya başladığında arkamızda kalan yılbaşı arifesinde Paris’i böyle aktarabilirim.

Benim için eski bir kitabı yeniden okumaya başlamak gibiydi.

Glancourd’daki TechnoCenter’a sabah trafiğinin mahmurluğunda ulaştık.

Buraya özel izin dışında kimse alınmıyor. Hele gazeteciler kesinlikle. Ama biz buraya girmek için bir grup Fransız ekonomi gazetecisiyle birlikte sulukar altında buluştuk.

Daha önce de katıldığım benzeri bir toplantıyı, adeta “yeminli sır yazıcısı” gibi izleyecektik.

Siyah giysili adamlar cep telefonlarımızı buzlu camı andıran poşetlere zımbalarken, fotoğraf makinesi ve tabletimize de “Gönüllü” olarak el konmuştu.

Onların aksine beyaz ve pembe elbiselerini giymiş görevli kızlar birer memory stick ve 6 sayfalık “rafine” bülteni elimize tutuşturup, yakamıza kırmızı-siyah bir sticker yapıştırdılar. Artık kim Renault yetkilisi, kim gezeteci uzaktan bakınca belli olacaktı.

Artık beyaz bir tül ile ayrıştırılan sır perdesinin ardındaki salona girebilirdik. Kameralar da bizi gözlemiş midir anlayamadım ama siyah giymiş adamların keskin bakışları, üzerimizde karakalem bile bırakmadı.

Peki, her şey niye bu kadar gizemliydi? 

Fransız otomotiv devi Renault’nun 3 yıl önce oluşturduğu inovasyon bölümünün yönetimiyle buluşacaktık ve onların neler yaptığını öğrenecektik. Sadece yazmak koşuluyla…

Önce bölümün yani şirket içi bir oluşum olan Cooperative Innovation Laboratory (LCI – İşbirlikçi İnovasyon Laboratuvarı) direktörü Rémi Bastien ki kendisi pos bıyıklı bir Fransız olur, buluştuk. Bize bölüm hakkında genel bilgileri verdikten sonra, esas olarak 10 yıl sonranın otomotiv trendlerinden bahsetti.

10 yıl içinde ana trend olması beklenen otonom araçlar için şimdiden çalıştıklarını söyledi. Bu araçlar otomobil her zaman kullanmasalar da günde iki saati trafikte geçen insanlara araç kullanımında boş vakit bırakabileceklerine değindi. Fakat bunun önündeki en önemli engelin de Viyana Protokolü olduğunu hatırlattı.

İşin Türkçesi, Türkiye’nin de imzaladığı bu protokole göre trafikteki araçlar ancak gerekli belgesi olanlar tarafından kullanılabilirdi. Öyle kimsenin kullanmadığı araçlar yasal olarak trafiğe çıkamazdı. Ama Fransızlar bu yeni döneme şimdiden hazırlanıyorlar. Çünkü, Fransız Hükümeti ve İçişleri Bakanlığı ile şimdiden bunun müzakerelerini açmışlar. Yani otomatik pilotlu otomobillerin trafiğe katılmaları için önce yasaların değişmesi gerekiyor.

Burada hukuki bir sorun var. Bu tür bir araç kaza yaptığında sorumlusu kim olacak? Sürücü koltuğunda oturan, aracı ben kullanmıyordum derse…

Herneyse bu tür yasal sorunların çözülmesi gerekiyor…

Biz dönelim Renault’nun sırlar perdesinin arkasına.

Yeni otomobil teknolojilerine çalışan Renault mühendisleri, sürücü hallerini önceden algılayacak sistemler çalışıyorlar. Özellikle sürücü dikkatini ölçen sistemler önemli, bu sayede daha otonom araçlar geliştirebilecekler.

Bu konuda Renault Nissan Başkanı Carlos Ghosn’u da ikna etmişler ki, başkan böyle bir aracı kullanırken, kameraya demeç veriyor: 

“Otonom araçlar önümüzdeki yılların en önemli teknolojisidir. Kazaların yüzde 90’ı insan kaynaklı. Yeni araçlarla bu oran tamamen aşağıya düşebilir.”

PEKİ RENAULT NELER YAPMIŞ:

1- VALUE UP adı verilen aracın ön göğüs kısmının soldan sağa tamamen ekranlardan oluştuğu (7 ve 15.9 inçlik), yan kapıları bir “mücevher kutusu gibi” birbirinin tersi yöne açılan, ön koltukları kanepe tarzı, bambu malzemelerin kullanıldığı, yan kapılardaki camların bilinenin aksine helikopter tarzı aşağıya kadar indiği B SUV bir araç oldu. Bu aracın üretim maliyeti de normal bir Clio’ya göre yüzde 20 daha düşükmüş.

Clio platformundaki araç, minimalist çizgileri, SUV yapısı ve 1.2 lt hacimli içten yanmalı motora sahip olarak geliştiriliyor. Şık çizgilere sahip. Yumuşak köşeler, eğelenceli iç mekan, aracı seri üretim için olmasa da önümüzdeki 10 yılda otomobillerde kullanılması mümkün olan teknolojilerin buluştuğu bir gövde yapısı haline getirmiş.

Aracın oldukça ilginç yanları var ama bunlardan biri aracın içinde soldan sağa yerleştirilmiş dikdörtgen ekranlar. Sürücü bu ekranın kendi görüş açısından olan kısmından sürüş bilgilerini tüm detaylarıyla görebilirken, sağda yolcunun önündeki kısımda yani torpido kapağının üzerine denk gelen kısımdaki ekranda video veya film izlenebilir. Oyun oynanabilir vs. Fakat ekranın bu kısmı sürücü tarafından görülemesin diye filtrelenmiş. Çünkü, sürücünün yola ve trafiğe kenetlenmesi gerekiyor. 

Bundan 10 yıl sonrasını düşünmeye ve tahmin etmeye çalışan ekibin yaratımlarından. Belki ileride otonom sürüş şartlarında bu filtre kaldırılabilir.

2- Bu birimin geliştirdiği bir başka ürün ise iki silindirli 35-50 kW gücündeki 730 cc hacimli süperşarjlı turboşarjlı turbo dizel motor. Motorun geliştirme maliyetini Avrupa Komisyonu finanse ediyor.Delphi, Valencia Üniversitesi, Prag’daki Çek Teknik Üniversitesi, Le Motor Moderne ise partnerleri.

Bir Twizy modeline monte edilen motor ile Renault, ilginç bir çalışma yürütmüş. İki silindirli motorların motosikletlerin yanı sıra dev nakliye gemilerinde kullanıldığını da hatırlatalım. Bu motorlarda verimlilik dört silindirlilere nazaran yüzde 20 civarında daha yüksek. Motorun avantajları daha düşük yakıt tüketimi, daha az CO2 atığı, düşük maliyet ve düşük fiyat, sessizlik. 

3- Inovasyon biriminin çalışmalarından biri de Eolab adıyla testlere başladı. 100 km’de sadece 1 lt yakıt tüketen konsept araçta, yan dikiz aynaları kamera görüntüsü ile takip edilirken, biri benzinli diğeri elektrikli iki motor görev yapıyor.

4- Yine Renault’nun geleceğe yönelik biriminin çalışmalarından biri de ticari araçlara yönelik. Şehir içi taşımacalığında dur – kalk trafikte yüksek yakıt tüketimine imza atan Master modeline dizel hibrit motor geliştirilmiş. Buna da yarı-hibrid adı verilmiş.

5- Bu arada Renault, artık fabrika çıkışlı LPG’li otomobiller de üretmeye başlıyor. Benzinli modellere konulabilen bu sistemde aracın benzin veya lpg ile çalışıp çalışmayacağını, araçtaki bir elektronik beyin karar veriyor.

6- Renault mühendisleri bizlere son olarak yeni elektrikli motorlarını gösterdiler. Zoe’de kullanılan elektrikli motor güç olarak aynı seviyede tutulurken, menzili yüzde 10 civarında artırılmış. Bu çalışma LG’nin pil geliştirme çalışmalarıyla birlikte yürütülmüş. Motordaki en önemli değişiklik yapısal olmuş. Alüminyum gövdenin içindeki motor daha kompakt hale gelirken, kaputun altına yerleştirilmesini kolaylaştıran bir şekle bürünmüş.

Motorun üzerindeki hava ile çalışan soğutma kanalı kullanılacağı araca göre değişkenlik gösterecek şekilde ayarlanabilen bir yapıya kavuşturulmuş.

7- Twizy’e kapalı kasa? İnnovasyon çalışmaları içinde bir de neredeyse tek kişilik olan elektrikli Twizy modeline küçük bir arka kasa eklenmesi de var. Kurye kullanımına uygun bir arka kasa ile araç çok amaçlı hale getirilebilmiş.

Yasanın değişmesine çalışılıyor

Bu arada bir mesai günü geçirdiğimiz merkezde Direktörün verdiği bilgilere göre Renault yönetimi gerek AB gerekse Fransa hükümet yetkilileriyle temas halinde demiştik. 

Remi Bastian’ın verdiği bigiliye göre içinde Türkiye’nin de bulunduğu tüm Avrupa ülkelerinde her araç trafiğe ehliyetli bir sürücü ile çıkmak zorunda. Bastian, “Bu yasanın değişmesi lazım. Otonom araçlar geliyor. Bu araçların yasa değişmeden yollarda bulunması kanun dışı. Bunu hükümetlerle görüşmeye başladık” diyor.

Bu açıklamayı dinlediğim günlerde biz Türkiye’de Osmanlıcanın ilkokullara ders olarak konulup konulmayacağı ve bu ders sayesinde dedelerimizin mezar taşlarındaki yazıları okuyabileceğimiz gündemine sahiptik.

Bence en önemli fark da burada çıkıyor. Türkiye, yerli otomobil markasını ortaya çıkarma rüyasını gerçeğe dönüştürmek için konuşmalar yaparken, otomotiv devleri 10-15 yıl sonranın otomobillerini hazırlıyor. Biz üreteceğimiz motorun hibrit veya elektrikli olmasını konuşurken, onlar sürücüsüz giden otomobilleri geliştirip, yasalarını ona uygun hale getirmeyi görüşüyorlar. Kendi kendine giden bir aracın yüzde 90’ı insan hatalarından kaynaklanan trafik kazalarını ortadan kaldıracağı bir döneme giriliyor. 10 yıl sonra yollarda uygun ortamlarda sürücünün gazetesinin okuduğu, internette dolaştığı, görüntülü telefon görüşmelerini yaptığı araçlar dolaşacak. Bu araçlar kendi aralarında haberleşerek, yol alacak. Trafik kuralları ne diyorsa onu yapacaklar. Hiç biri emniyet şeridine girmeyecek, emniyet kemeri takılmadan hareket etmeyecek, hız tabelasının gösterdiğinden hızlı gitmeyecek, yaya geçidinde yayaya yol vermeden basıp-geçmeyecek, kırmızı ışığı önceden algılayacak ve kırmızıda geçmeyecek. Eğer araç bilgisayarındaki bu sabit programlar kırılmazsa, İstanbul trafiği de Shanghai veya Mumbai trafiği de içinden çıkılır olacak. “Makas yapanlar”, emniyet şeridine girenler, araç takip mesafesini ihlal edip-taciz edenler, yaya geçidine dalanlar, kırmızıda geçenler, ambulansa yol vermeyenler olmayacak.

Gelecek bu tür araçların.

Trafik kazaları canımızı yakmayacak. 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.