Dizel yavaş yavaş…

Rudolph Diesel

Alman makine mühendisi 1892’de icat ettiği motora adını vererek dünyaya sunduğunda buharlı motorların ömrünü kısaltarak kendi ürününün büyük talep göreceğini, önce gemilerde sonra birçok üründe kullanılacağını düşünmüş, gözlerinde para görüntüsü oluşmuş muydu bilemeyiz.

Otomotivde 1936 yılında daha da geliştirilmiş hali Mercedes tarafından kullanılmaya başlanınca dizel motorlara gösterilen ilgi bir asırdan fazla devam etti, ediyor.

Dizel motorlar öncelikle daha tasarruflu ve yüksek tork üretebilen makinalar olduğu için büyük teveccüh gördü. Gürültülü halleri sonradan gelişen yalıtım sistemleriyle iyice azaldı, lüks araçlarda dahi gönül rahatlığıyla kullanılır oldular.

Dizel motorların benzinli motorlara göre karbondioksit salınımı daha az ancak farklı bazı zehirli gazları da daha fazla yayıyorlar. Bu da yaşlı dünyamızda gün geçtikçe önem kazanan çevre konusunda gözlerin üzerlerine çevrilmesine neden oluyor.

Geçtiğimiz yıl Toyota yeni modellerinde artık dizel seçeneği olmayacağını ifade ederken, bünyesinde Fiat, Fiat Professional, Jeep, Lancia, Maserati, Alfa Romeo, Chrysler, Dodge, Ram gibi birçok marka bulunan FCA da (Fiat Chrysler Automobiles) 2022 yılına kadar dizeli terk edeceğini açıkladı.

Gittikçe gelişen, menzilleri ve güçleri artan elektrikli motorlar yavaş yavaş tüm dünyada daha çok kullanılır olacak. Sıfır emisyonlu bu araçlar elbette dünyanın çevre kirliliğinin azaltılmasında da büyük pay sahibi olacaklar. Hepsi çok güzel… Ama…

Elektrik nasıl üretiliyor ve üretilecek?

Araçların elektrikli olması iyi de, elektriğin üretilmesi için kirli yöntemler kullanılıyor ne yazık ki. Termik santral var mı kömürle üreten?

Var.

Bölgesindeki tarım alanlarını, orman sahalarını, tarihi ve kültürel varlıkları yok eden, iklimleri değiştiren, akarsuları kurutan barajlar var mı?

Var.

İşletmesindeki en küçük hatada bulunduğu coğrafyayı yüzyıllarca zehirleyebilen, nesilleri hasta eden nükleer santraller var mı?

Var.

Rüzgardan elektrik üreten rüzgar gülleri bile o temiz halleriyle birçok riskler yaratıyor. Sıcaklık değişimleri, kışın buzlanmalar ve bu buzların çevreye fırlaması, arılara ve diğer böceklere verdiği zararlar sebebiyle ortaya çıkan tozlaşma sorunları ve benzeri konularla rüzgar bile tam temiz bir elektrik üretim kaynağı değil.

Peki ileri teknolojili ülkeler ne yönde gidiyor? Onlar şu dönemde dalga ve güneşten yararlanmayı ön plana alıyorlar. Örneğin çok gelişkin ve enerji ihtiyacı çok fazla Almanya, enerjisinin büyük kısmını güneşten sağlıyor artık.

Güneş – aydınlık potansiyeli çok daha yüksek ülkemizse buralarda emekleme safhasında hala. Elektrik üretimini kirlilikten arındıran ülkelerin elektrikli araç kullanması, fosil yakıtlı araçları şehirlerine sokmama kararları çok doğal ve haklı, ama bizim gibi bir yandan elektrik üreteceğim derken bir yandan doğayı kirleten, bozan ülkelerde elektrikli araçlara yönelmek güzel ancak yetersiz.

Ne yapmalı?

Dünyanın terk ettiği enerji üretim sistemleri ülkemizden de yavaş yavaş kaldırılmalı. Üç tarafı denizlerle çevrili olduğu için dalga, bol güneş aldığı için aydınlık sorunu olmayan ülkemiz de bu yönlere gitmeli, artık nükleer santrallerini kapatmaya başlayan gelişmiş ülkelerin tersine hareket etmemelidir.

Sinop gibi bir güzellik timsaline nükleer santral yapmamalı mesela, Karadeniz’in, boğazların hiç durmayan dalgasından, akıntılarından faydalanmalı. O zaman daha da mutluluk ve gönül rahatlığıyla elektrikli araçlara yönelebiliriz.

Yerli aracımız yolda, o da elektrikli olacak, artık bu eğilimden dönüş yok elbette, ama aracın enerji kaynaklarını da düzeltmemiz, sürdürülebilir hale getirmemiz lazım, bunu çocuklarımıza borçluyuz.

Tertemiz enerjiyle uzun mesafeler alabilen, yük taşıyabilen ürünler, tertemiz çevreli bir dünya ve Türkiye dilerim.    

   

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.