Offroad rotası: Antalya Beydağları ve Akdağ zirveleri

Yeni bir tatil tarzı gelişiyor. Herkesin uzağında, oksijen çadırı gibi ortamlara uzanan, konfordan çok heyecanın ve maceranın öne çıktığı bir anlayışı içeriyor bu tatil. Uzandığınızda onlarca metrelik ağaçlar kollarınızın arasında, kasımda karlı zirveler bir adım ötenizde. İsterseniz Kumluca Dereköy bölgesinde en az 150 yıllık geçmişe meydan okuyan arı kovanlarına da şaşırabilirsiniz. Off road rotası bu tür tatillerden birinin kapısını açıyor. Katılanlar bir sonraki yılın gezilerine şimdiden abone oluyorlar.

Ee, tabii buralara ulaşmak kolay değil. Çoğunluk tatilcinin bayıldığı güneş-kum-deniz üçlüsü birileri için anlamını yitirdi. Organik maydanoza, köy ekmeğine, oğlak kavurmaya evet diyen bir kesim gelişiyor. Gündüz saatlerinin çoğunu zirve yollarında geçiren maceracılar, akşam saatlerinde nehir kıyısındaki baraka tarzı otellerde dinleniyor. Kaldığım otel portakal ve limon bahçeleri içinde, önünden duru mu duru bir nehir akan, nehirde su bitkilerinin küçük ördek yavrularıyla oynaştığı bir konumdaydı.

Sıradışı rotalara yönelenleri; sosyal medyadaki denize uzanmış ayak görüntüleri ile milyonların tanıdığı popüler tarih değil; henüz yaygınlaşmamış Luvi hikayeleri  cezbediyor. Bu cazibenin peşindeki ekip, offroad rotası yeni etabında Çökek zirve inişindeki küçük göle ulaştı. Bu göl aslında iki gölden oluşan bir geçiş noktasının donmak üzere olan su kaynaklarından biri.

Kasım ayının ortasında alttaki haritada gösterdiğimiz offroad rotası için Antalya’ya gittik. Antalya’da başlayan yolculuk, yine Antalya’da sona erdi. Konaklamak için otele döndüğümüz ve sabah rota için yola çıktığımız zamanlar hariç; tamamen offroad rota parkurunda ilerledik. Rehberimiz Ümit Bey’e göre 2019 yılında bu yolları geçen son insanlardık. Seneye nisan – mayıs aylarına kadar buralara kimseler uğramayacak.

İlk gün Tahtalı Dağı etrafındaki Offroad rotası tanımına uygun yolculuğumuzu gerçekleştirdik. Bu rota tamamen yağmur altında, soğuk bur havada gerçekleşti. Yollar tamamen çamur ve balçık çamurdu. Öğle molası verdiğimiz yer; yağmur sonrası bulutların aralanmasıyla tepeden Çıralı-Olympos’u gören yüksek noktalar oldu. Fotoğraf Seydikemer ilçesi sınırlarındaki Çökek zirveleri.

Bozuk yolları araçlarımızla tırmandıkça yaşam belirtileri azalıyordu. Genellikle 1800-2 bin metre sonrasında ağaçlar yerlerini dikensi otlara bırakıyor, kayalar çıplak ve sert halleriyle sıcağa ve soğuğa meydan okuyorlardı. Depremler, fırtınalar, kromlar, demirler bu sert kütleleri aşındırarak, 4 milyar yıldır bu hallerine getirmişti. Çökek molasını Torosların en yüksek üç noktasından biri olan; Akdağ zirvesinin (3024 metre) elle tutulacak kadar yakınına çıktığımız Kayacık düzlüğünde verdik.

Yollarda biten sonbaharın tüm izlerini görüyorduk. Terkedilen yaylaklardan geriye, bir kaç köpek, yılkı atları ve öksüz büyükbaşlar kalıyor. Aşağıdaki sıcak yaz günlerine çare olmuş yaylalardaki barınakların örtüleri uçuşuyor. Yaz güneşinden içindekileri korumuş perdeler bir kaç güne kalmaz paramparça olacak, acımasız rüzgarların elinde. Fotoğraf, Fethiye’ye bağlı Çökek sınırları içinde isimsiz bir yoldan çekildi. Uzakta dağın etiklerinde sıcak Akdeniz yazından kaçanların gölgelikleri görülüyor.

Sürprizlerden biri de Seydikemer’de yaşayan göçer ailenin 2004 model Honda ile zirve yakınında kurdukları oğlak kavurmalı, patates kızartmalı, tarhana çorbalı sofraydı. İçimizi Gülor kırmızı ile ısıttık.

Offroad rotası yol arkadaşlarım Yakup Sabancı, Serdar Demirdağ ve Mehmet Ali Kantarcı; yağmurlu ve soğuk saatlerin ardından gelen güneşle mutlu olduklarını gösteriyorlar. Konum bildiriyorum: Temel isimli mola noktası, amansız dağların içinde tam bir vaha. Yazın sıcak günlerinde sıcak deniz kıyısı kasabalardan kaçan yerli halkın nefes alma noktası. Yılın son yaylacıları olan bizler bölgenin son konuklarıyız. Artık ev sahibi aile de kışı geçirmek için nisan sonuna kadar Seydikemer’deki evlerine intikal edecekler. Yolculukları iki gün sürecek, bir geceyi hayvanlarıyla birlikte dağda geçirecekler.

Bu zirveler yazın Akdeniz sıcağından kaçanlara ev sahipliği yapıyor. Son yaylacılar kasım ortasında aşağıya iniyorlar. Artık zirveler Antalya’da da olsa kar, kış, soğuk ve baş edilmez yalnızlığın çıplak gücüyle başbaşa kalıyor. Fotoğraf: Antalya Elmalı Ahatlı olarak etiketleniyor. Zirveye doğru azalan ardıç ağaçlarının en inatçıları biraz daha yükseğe çıkıyor. Sonrası ise soğuğa teslim olmayan kısa, kapalı, dikenli bitkiler ve belki de geçmişte vahşi hayvanlar.

Offroad yaparken en önemlisi araçlar, lastik, giyiminiz ve yiyecekleriniz. Yol arkadaşlarınız yani ekip de çok önemli. Zirvelere giderken küçücük kalan Renegade offroad’un hakkını verecek kadar dayanıklı olduğunu kanıtladı. Ekipteki Renegade 2.7 lt dizel motora sahipti. Tırmanış bölgesi Elmalı Ahatlı.

Varolmanın yeni bir tarifi için insan elinin uzağında bozulmamış topraklara uzanmak iyi geliyor bana. Vaadedilmiş topraklar gibi çekici; ceylan yavrularını bağrına basacak kadar anaç ve adım adım da olsa ilerlemeye izin verecek gizli geçitleri bulacak kadar bilge olmayı gerektiriyor. Ahatlı bölgesinde çok sayıda göl bulunuyor. Avlan Gölü, Girdev Gölü, Karagöl gibi. Buralar artık yapayalnız günlerine hazır. Burada yılın son güneşli kısa günlerini uzatmaya çalışmak için neler verilmezdi.

Dünyada artık sadece bu dağlarda kalmış sedir ağaçları ve onlarla kardeş kardeş yaşayan ardıç ağaçlarının uzanamadığı yerlerde göllere çıkan çorak topraklara ayak bastık. Tahtalı Dağı tepesine doğru yol alıyoruz. Girdev Gölü kenarındaki kahve molamıza bir kaç kilometre kaldı.

Yüksek kayalıklara tutunan ağaçlar, bitkiler umudun ne demek olduğunu, zorluğun anlamını sessiz sedasız gösteriyor, anlayana. Bu toprak yol; nereye götürecek bizi?

Sedir ve ardıç ağaçlarının arasındaki dar yolda ilerleyen konvoyumuz Tahtalı Dağı’nın derinlerine doğru sokuluyordu. Offroad rotamız giderek sarp zirvelere direksiyon kırıyordu.

Arada sararan yapraklarıyla nar ve çınar ağaçları görsel bir şölen sunuyordu. Sonbahar veda şarkısını milyarlarca yıldır söylediği gibi tekrarlarken, kış usul usul aşağıya iniyordu. Yüksek basınç, alçak basınç olayı… Burası İstanbul, Hakkari, Cenevre değil, burası Tahtalı Dağı. Adres yok, posta kutusu bulunmuyor, telefon çekmiyor. Yağmur sonrası ortaya çıkan sisin ardında dilsiz bir karanlık, son hazırlıklarını tamamlıyor.

“Ne güzeldir, yollardaaa oooolmaaaak şimdiii” Yeni Türkü bu şarkıyı yazdığında buralar hep dutlukmuş.

Akdeniz’i İç Anadolu’dan ayıran sarp dağlar çok az yerden geçit veriyor. Günümüzde bile bu dağları aşan noktalar haricinde Antalya’ya karayoluyla sokulmak zor. Yüksek kayalık yapı, 1800 metrelere kadar sedir ve ardıç ağaçlarıyla örülü.

Bazen yağmur görüş açısını zorlayacak kadar önümüze geçiyordu.

Finike’de geceyi geçirmek için en iyi yerlerden biriydi kaldığımız barakalar. Kapı girişlerinde portakal yüklü ağaçlar ve rengarenk çiçekler size hoşgeldin diyorlar.

Bu da balkonumdan panoramik… İçi su bitkileriyle dolu pırıl pırıl bir nehir, portakal bahçesi vs vs.

2 bin metre rakım üzerinde rastladığımız yılkı atları, kışı coğrafyada geçirecekler. Direnmenin, mücadelenin bir başka tanımı onlar. Kar altında ne yaparlar, ne yerler, nasıl korunurlar? Vahşi doğanın bir parçası olmuşlar. Sert, acımasız, çıplak ve kadim bir güzellik…

Güneş kim bilir kaç bin yıldır Beydağları’ndaki bu yaylaya bir kez daha doğuyor. Detaylarda 150 yıllık arı kovanlarına dikkat. Tek bir çivi kullanılmadan, tahta örgüsüyle yapılan karakovanlar, ayı saldırılarına karşı kule mantığıyla inşa edilmişler. Sayıları artık beşi geçmiyor. Fakat yollarından gidilesi bilgeler gibi halen ayaktalar… Üçüncü gün Antalya dönüşünde Akdağlar Zirvesi yakınlarında onlarla birlikte geçmişe gittik.

Bu tarihi arı kovanları artık dünya tarihi mirasının bir parçası ve UNESCO koruması altındalar. Araç olmadan bu yolu olmayan kuytuluklara ulaşılamadığını da hatırlatayım. İyi mi kötü mü? Bunlar gizli mi kalmalı, yoksa dizel motorun patlamalarına kulaklarını mı tıkamalı.

Bu arı kovanının altında kış uykusundan aç uyanan ayıların ne çektiğini düşünmek ise aykırılık olsa gerek. Belki bazılarını güçlü pençeleriyle parçalamışlardır. Ardından bal ziyafetiyle ödüllenme…

Zirvedeki tarihi yaşam alanlarından Idebessos kalıntıları, dört bin yıl önce mezarlıkların nasıl ortamlar olduğunu gösteriyor. Kıyıdan kilometrelerce uzakta, dağ ve orman arasında. Heykeller, meydanlar, mezarlar… Aklıma Buenos Aires gibi bir şehirde gezdiğim Eva Peron’un da gömülü olduğu ünlü Recoleta mezarlığı geliyor. Veya Paris gibi planlı ve ünlülerle dolu bir Pere Lachaise…

Idebessos antik kentinde tertemiz bir nefesi içinize çekerken, o günlerin hikayelerini dinlemek. Ya da “ne seni anlamaya yetiyor zaman, ne de beni! Oturduk ve iç dünyalarımızdan söz ettik.”

Uzun uzun konuştuklarımız dağlara taşlara gitti, gözyaşlarımızla yıkandı sarp kayalar. Silsileler halinde uzanan ama her biri kendi başına yalnızlıklardık, sevdiklerini uzaklardan bekleyenlerdik.

Bu arada AT lastik ile yolculuğumuz zahmetsiz geçti. İşte çamur tutmayan lastik.

Bu da sıradan bir kış lastiği. Asfaltta sizi kurtarır ama çamurda? Çamur lastiğin etrafında bir halka oluşturmuş. İlerlemesi zor, en ufak zeminde kayıyor.

Batı Toros Dağları’nın en yüksek noktası Akdağ. Burada yaklaşık 2 bin metre yükseklikte Yeşil Göl adlı krater gölü bulunuyor. Bektaşiliğin Türkiye’deki en önemli ikinci buluşma noktası. Rivayete göre üzeri perperişan bir derviş, belki de sınavının son etabında, sınırda ulaştığı burada, köylülerden bir yudum su ister. Kılığını ve tipini beğenmedikleri bu yabancıya su vermeyen köylülere kızan derviş, asasını yere vurur ve o noktada adeta bir gayzer oluşur. Suyu hiç eksilmeyen bir göl çıkar ortaya. Gölün suyu bir noktadan sessiz ve sitemsiz şekilde yeraltına sızıyor ve kilometrelerce alttaki köylere can veriyor. Buna karşın eteğine yaslandığı dağdan gelen kaynaklarla da hiç eksilmiyor.

Kaş ilçesinin üzerindeki Akdağ’da bulunan bu suyu Abdal Musa kutsamıştır. Mezarı da yakınlardaki Tekke Köyü’ndedir. Aleviliğin ikinci önemli çekim merkezidir. Torosların en serin ve en kadim su kaynaklarından biridir. Yaklaşık 50 dekar genişliğindeki alanı kaplayan Yeşil Göl’deki su sıcaklığı 12 derece. Adını renginden alan gölün kaynağı Akdağ’ın kendisidir. Dağdan aşağı yer altından gelen bir yol izleyen su, günümüzde borularla Kaş, Elmalı ve Demre’nin mahallelerine içme suyu olarak dağıtılıyor.

 

 

 

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.