Şeker, tütün, basma ve yerli otomobil…

Uzaktan bi akrabamız. Hayatım boyunca anca 2-3 kez görmüşümdür belki. Bu 2-3 kez karşılaşmalardan birinde anlatmıştı ballandıra ballandıra. Çok zaman oldu.

Bizim memlekette Tekel’in tütün fabrikasına girmişti. Hayatında ilk kez ‘düzenli’ para görmüştü. Sonuçta taşra. Büyük şehre göre geçinmek nispeten daha kolay. Kira yok. Mutfak masraflarını, çocukların okul ihtiyaçlarını rahat karşılıyorlardı. Hatta gezmeye bile para kalıyordu. Yani piramidin en altı ile birkaç basamak üstü hallolmuştu…

İçimden de kızıyordum anlattıklarına: ‘Siz zarar edin, biz ödeyelim…’

Sonra…

Sonrası malum. Bir dönem benim de aralarında olduğum ‘devlet onu üretir mi, devlet bunu üretir mi, tez zamanda özelleştirile’ korosu sonrasında birçok KİT satıldı. Tekel’in sigara bölümünü de 2008 yılında BAT satın aldı. Fabrikaların birçoğu kapandı, binlerce kişi işsiz kaldı.

Başka iş bulma veya çiftçilik yapma imkanı bulamadı birçoğu. Uzaktan akrabam da dahil birçok işçi İstanbul’a, Ankara’ya göç etti.

Zaten KİT’ler verimsiz çalışıyor, zarar ediyordu…

Devlet neden zarar etsin ki, değil mi?

Kendi payıma düşen vicdan hesaplaşmasını yapıyorum.

Bugün geldiğim noktada ‘Keşke o fabrikalar kalsaydı da zararı karşılamaya devam etseydik’ diye düşünmüyor değilim.

Çünkü aslında o zararlara karşı devlet bir nevi sigorta poliçesi ödüyormuş da farkında değilmişiz… Zarar dediklerimiz, bir işçiye gelir oluyorsa varsın olsun.

Sigara kötü kesinlikle, içilmemesi gerekir…

Ama burada mesele o değil…

Tekel’in fabrikaları kapandı diye sigara içenler sigarayı mı bıraktı mı?

Zarar dediğimiz, verimsizlik dediğimiz o şeyin aslında Türkiye genelinde, özellikle Anadolu’nun bağrında ekonomiden çok, sosyal ve kültürel hayatın idamesini sağlayan bir unsur oldu hep. Ve de aslında kendi sınırları içinde de kalsa ne kadar çok markamız olduğunu farkediyoruz bugün. – Birçok Çin markasının hâlâ kendi sınırları içinde kaldığını göz önüne alın. Bu yine de ekonomi devi olmasının önünde engel mi?-

Zamanında Sümerbank vitrinindeki basma elbiseye bakıp da hayal kurmayan anneannemiz, babaannemiz var mıdır?

O fabrikalar ki, erken Cumhuriyet döneminde oldukları yerlere bir yaşam kültürü de götürdüler. Öyle olmasa büyüklerimizden bir zamanlar ‘İşten çıkınca şehir kulübüne uğrar öyle eve giderdim’ gibisinden sözleri duyunca ‘Alla alla orası o zaman öyleyse bugünkü yer neresi acaba’ diye aval aval bakmazdık.

Böyle bir vahanın bugüne hem sosyal hem ekonomik yansımasını, özelleştirilen Erdemir’in vatanı Karadeniz Ereğlisi’nde kısmen teyid edebilirsiniz. Türkiye’de ilçe bazında kişi başına en fazla otomobil Karadeniz Ereğlisi’nde bulunur. Her özelleştirmeden mal alan, arsası, gayrimenkulü için almıyor elbette.

O yüzden, ne bir Tekel fabrikası sadece fabrika, ne de bir şeker fabrikası sadece şeker fabrikasıdır…

Devlet ‘zararın’ bu kadarını karşılayabilecek kadar kudretlidir…

Ki birilerinin çiftliği olmasaydı, makul ve mantıklı yönetilseydi zarar da etmezdi…

Devlette böyle de, özelde yok mu örnekleri.

Elbette var. Bilhassa Türkiye’nin en büyük sektörü otomotivde…

Tek farkı, özelde hiçbir şirket kâr etmediği bir faaliyeti sürdürmez.

Bugün Adapazarı’ndan Toyota’yı, İzmit’ten Hyundai’yi, Bursa’dan Renault ve Tofaş’ı, Kocaeli’den Ford’u çıkarın, geriye ne kalır?

Markaların ismini taşıyan sadece ürettikleri modeller değil. Okullar, hastaneler, spor salonları vs… Tamam kapitalizmi eleştirelim ama bunu da görelim. Daha iyisi yapılana kadar bu.

O yüzden, işte bu yüzden yerli, yerli, ille de yerli…

Sayın Başbakan dün tekrarladı: “Yerli otomobilin ilk örneğini 2019’da, seri üretimi 2020-2021’de bitirmiş olacağız.”

Hadi inşallah.

Ama ‘yerli’ye karşılık gelen kelimenin sadece otomobil olması gerekmiyor.

Bana kalsa gıda ve tarımda büyüyelim. İsrail’in kullan-at tohumlarına sabah akşam söveceğimize, kendi tohumlarımızı üretsek mesela…

Sadece otomobilin değil, birçok ürünün yerlisi makbul artık çünkü. Öyle olmasa kokulu yerli domatesi, gerçek Ezine peynirini bulacağız diye pazar pazar, market market gezmezdik…

Gerçek yoğurt mayalayacağız diye çocukluğumuzun sütçülerinin peşine düşmezdik.

Ama ille de ‘yerli ve milli’ otomobil üretilecekse, önce ‘yerli ve milli’ halkın ihtiyaçları, satın alabilme imkanları gözetilsin lütfen.

Biz beğenirsek, dünyalara satarsınız zaten…

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.