Bir kilo patates, bir kilo otomobil
İkinci el otomobil ticareti yapan bir tanıdık ‘Eskiden ev almadan önce araba alırdık’ dedi geçende.
“Ev alırken peşin vereceğimiz kısım hazır olsun diye. Bugünkü piyasa şartları da tam o günler gibi” diye de ekledi…
Evet bugünkü durumda sıfır kilometre orta sınıf bir otomobil alabilmek için küçük değil, epey bir servet gerektiği ortada.
Çevrenizde dikkat edin: “Seneye satar yenisini alırım” diyenlerin birçoğu arabasına gözü gibi bakmaya başladı. Çünkü yenisini almak artık her babayiğidin harcı değil…
Otomobil değiştirme sıklığını ortalama 3 yıldan daha fazla yıla çıkaracak gelişmeler bunlar.
Sadece yeni için değil, ikinci elde de aynı durum…
Otomobile ayrılan paralar bir ev almak için biriktirilen peşinat kadar artık. Hatta bazı yerlerde yarısı kadar…
Bi ara yakalar gibi olduğumuz ‘Otomobil lüks değil, gereklilik’ noktasından tekrar ‘bir yatırım aracıdır’ noktasına doğru gidiyoruz, hatta o noktaya vardık bile. Bir süre daha bu noktada kalacağız gibi görünüyor.
Ekonomi için pek de iyi olduğunu söyleyemeyeceğimiz bir yatırım aracı.
Otomotiv üretim merkezi iddiasında olup da -ki gerçekten öyleyiz-, en fazla üretim yapan 16 ülkeden biri olup da, gelir-fiyat kıyasına göre otomobili vatandaşına bu kadar pahalıya satan başka bir ülke yok dünya üzerinde.
Otomobil vergileri öylesine gayri insani boyutta ki…
Yine de her yıl 1 milyona yakın müşteri buluyor sektör…
Ama gelecekte ne olur, orası şüpheli.
Hazırlıkları süren yerli otomobilde yüzde 5 indirim yaparak 5 milyon alıcı bulunacağını düşünen yöneticilerimiz var bizim ama.
Ya da ‘Ağam bizimle kafa buluyi…’
Güncel bir konuya değinmemek olmaz (!)
Bir kilo patates mi daha değerlidir?
Bir kilo otomobil mi?
Benim için bu sorunun tek ve hiç değişmeyecek bir yanıtı var:
Her ikisi de…
Rahmetli Demirel, Toyota Adapazarı fabrikası kurulurken “Tarlada soğan, patates yerine otomobil üretip satacağız” diyerek eleştirilere karşı koymuştu.
Evet her ikisi de çok değerli.
Bizim sorunumuz her iki değerden birini göz ardı etmek.
Mesele her bir değeri koruyarak ülkeye daha fazla artı değerler -siz ona katma değer de diyebilirsiniz- sağlayabilmekte…
Yoksa böyle giderse artılar eksileri değil, eksiler artıları götürecek…
İlle de beni eve bırakacaksınız!
Geçen hafta aracımın periyodik bakımı için servisteydim. İşlemleri yaparken bir konuşmaya kulak misafiri oldum. Başka bir müşteri aracını bırakmış, servis yetkilisinden bir araç tahsis edilerek evine bıraktırılmak istiyordu. Servis sorumlusu böyle bir hizmetlerinin olmadığını kibar bir dille anlatmaya çalıştı. Müşteri “Ama x servisi bırakıyor” yanıtını verdi…
Tartışmanın sonunu beklemeden çıktım. O yüzden sonuç ne oldu bilmiyorum.
Servislerin elbette ki bu tür hizmetleri olabilir. Çok da güzel olur. Ama yok diye de olay çıkarmak biraz şımarılık değil mi?
Telekomünikasyon ve bankacılık sektörünü hariç tutarak, Türkiye’de genellikle hizmet alanların, hizmet verenlerden beklentilerinin bazen çok abartılı düzeylerde olduğunu düşünüyorum. Birçok hizmet alıcı, verdiği parayla, hizmet aldığı kurum ya da kişinin ruhunu da satın alabileceğini düşünüyor maalesef.
Bayramın ilk günü markette tanık olduğum; bayramın ilk günü senin için çalışan bir market ve senin için çalışan insanlar olduğuna dua edeceğine, “Niye tek kasa açık” diye söylenen adam gibi…